sizin hiç kazağınız çalındı mı bayım? benim bi'kere çalındı. hem
öyle katmerli liralar ödeyerek marka mağazalardan alınma bir kazak değil ha bu.
bizzat el emeği, anamın göz nuru bir kazaktı.
itiraf etmem gerekirse annem üzerimde ilk provaları yaparken pek beğenmediğim,
rengiyle dalga bile geçtiğim yemyeşil bir kazaktı bu. ama işte çalındığında çok
üzülmüştüm. çünkü ayşe'de çok sevmişti bu yeşil kazağı. sevmese gözlerinle uyum
içinde olmuş der miydi? demezdi elbet. Hem kazağımı sevdiyse belki ilerde beni
de severdi.
liseyi bitirdiğim yıldı sanırdım. yahut bitirmek üzereydim. hani istanbul'a çok
kar yağmıştı ya. işte o yıl.
-sen bir giy hele bu soğuklarda "kip" tutar oğlum demişti annem
bitirince.
Daha giymeye başlayalı bir hafta olmamıştı ki tam da ayşe'nin sevdiği günün
akşamı bahçe katındaki evimizin önünden bir akşam karanlığından faydalanan kişi
ya da kişiler lacivert pantolonumla birlikte yeşil kazağımı da çalmışlar.
saat dokuzu biraz geçiyordu annem kötü haberi verdiğinde. babam işten gelmiş, akşam
yemeğini yeni yemiştik.. biraderim derslerini bitirmişti. tv kumandası kimde
kalacak kavgası yapıyorduk sanırım. bir saniye. o vakitler bizim kumandalı
televizyonumuz yoktu ki?
var mıydı? emin değilim. istanbul'a çok kar yağmıştı ama. şubat ya da marttı.
belki de ocak.
galiba dolmakalemimi almıştı biraderim. en sevdiğim. pelikan mavi mürekkeple
ayşe'ye ondan habersiz mektuplar yazdığım kalemim.
sonra işte tam da dolmakalemi çekip kurtardığım an yangın çıkmış gibi çığlık
çığlığa içeri girdi annem.
-vah vah tüh tüh diyerek ve kıpkırmızı bir suratla
anne n'oldu dememize fırsat vermeden çoktan psikopata bağlayıp seri beddualara
başlamıştı bile.
..
-ocağı yanasıcalar, gavur deyyuslar, allahı'nızdan bulun hırsız köpekler, ben
kaç gün uğraştım o kazakla nursuz herifler, çalacak başka şey mi bulamadınız?
beni mi buldunuz, burnunuzdan fitil fitil gelir inşaallah....
ben dolmakalem elimde öylece kalakaldım. bir ayşe geliyordu gözümün
önüne; gözlerinle uyum içinde derken, bir annemin sinirden
kızarmış yüzü. Ben asrın dilemmasını yaşarken benim birader de et derdindeydi o
sıra ;
-benim mavi kotum, benim mavi kotum diye koşarak dışarı fırladı züğürt pezevenk.
benim yeşil kazağım gitmiş. ayşe'nin çok sevdiği hem. bu dallama da pazardan üç
otuz paraya aldığı taşlanmış kotunun derdinde. Ama işte hayat hiç bir zaman
adil değil.
çalmamış ibneler onun kotunu. çalsalar belki affedebilirdim onları. ama o an
bir kez daha kızdım bu şerefsiz hırsızlara..
hoş benim mavi kotum ve kareli gömleğim de duruyordu. ama işte ayşe çok sevdi
diye daha çok sevdiğim yeşil kazağım ve lacivert pantolonum yoktu ortada.
kimsenin getireceği de yoktu. hırsızın bana garezi vardı sanırım. kimseyle de
mevzum yoktu halbuki. evden okula, okuldan önce kahveye sonra eve gidip gelen
kendi halinde, sıradan biriydim.
üstelik babamın frenk gömleği de duruyordu.
babam demişken. en sakinimiz oydu hengâmede. hiç bu kadar sakin, gamsız
görmemiştim onu.
hatta bir ara bıyık altından gülerken gördüm sanırım.
maddi yönünden çok manevi bir değeri vardı elbet kazağın.
annem, günlerce uğramıştı kadıncağız. bir de işte ayşe sevmişti. belki diyorum
gün olur beni de.
neden sonra annem kendine geldi. daha sakin düşünmeye başladı.
-olsun aslanım ben sana aynısından yeniden örerim dedi.(dediğini yaptı ördü de
iki üç hafta sonra)
babam olayların başından beri takındığı sakin tavırla söze karıştı.
-şöyle düşünün çocuklar belki gerçekten ihtiyacı olan biri almıştır. bu biraz
olsun hafifletmez miydi üzüntünüzü.
aslında mantığım o'na hak veriyordu ama duygularım. sonra ayşe..kızgındım işte..
gözlerine baktım. şaka da yapmıyordu. hatta hiç bu kadar ciddi görmemiştim onu.
benim babam. işte böyle bir adamdı.
peki sizin hiç babanız öldü mü bayım?
benim bir kere...
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...