en sonunda aldım. dün akşam aniden karar verdim ve bu sabah gidip aldım hiç tereddütsüz. daha önceki iki denememde cesaret edememiştim. ama bu kez kararlıydım. çünkü ve siz de benim gibi kitapların ve filmlerin bir okunma-izlenme zamanı olduğunu düşüyorsanız bana hak vereceksiniz bayım.
eyvallah kabul ediyorum; kitaplar hakkında öyle ulu orta ahkam kesecek kadar ne bir bilgim ne de basit ve küçük bir kütüphaneyi dolduracak sayıda okunmuş kitabım yok. evet.
lakin ne kadar isabetli karar verdiğimi, rastgele sayfasından açtığım ilk cümleyi okuduğumda anladım.
"insan hayatı hayal edebildiği kadardır" diyor çünkü pessoa ....
..
düşünmek çok kolay aslında. zor olan yazmak. nedense bu sabah balık pazarında yaşadığım üç-beş dakikalık o git-gelleri anlatmak için acayip bir istek duyuyorum içimde. ama kelimelere dökebilmek o kadar zor ki.
ve bu ikilemde beklemek...
neyse ki zarifoğlu yetişti imdadıma.
" niye yazıyorum acaba bunları. içimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. açıp gösterelim. yine de anlatıyoruz ama."
belki yarın işe gitmek zorunda olmayışım bir pazarın ertesinde ve belki her daim bulunmayı çok sevdiğim balık pazarının o kendine has havası, insanlar , doğaçlama telaş ve o koku.... bir kaç saniyeliğine de olsa inanılmaz bir yaşama sevinci doldurdu içime. fakat kısa sürdü bu sevinç. hemen akabinde bir hiç tanımadığım, uzaktan gördüğüm yabancı bir kadının benliğinde ızdıraba dönüştü.
biliyorum delice geliyor. ve bana da pek anlaşılır gelmiyor, neredeyse aynı dakika içinde hem yaşama hem de yok olma arzusu.
ve daha bunlar hiç olmamış gibi meydanda çarşaf gibi haritayı açmış nerde olduklarını anlamaya çalışan o japon ya da koreli çiftin yerinde olmak için neler vermezdim o an. anlatamam. hiç bilmediğin bir başkentte kaybolmak umarsızca. ya da dün izlediğim night train to lisbon filminin profesörü gibi bir "hayal"in peşinden gidebilmek....
işte bu duygular belki de pessoa'ın huzursuzluğuna beklenenden daha çabuk itti beni.
ilk gördüğüm kitapçıya girdim. danışmada kimse yoktu. zaten mecbur kalmadıkça kitap sormayı sevmiyorum. az buçuk kitap okumuş ve sorduğunuz kitap hakkında bilgisi olan birisiyse danıştığınız, o ukala ya da gerzek bakışlara tahammül edemiyorum.
dünya edebiyatına girdim. dosto'dan tolstoya kafka'dan camus'a herkes gelmişti. ve hatta pavese. ama pessoa yoktu. sormak zorunda kaldım, mecbur.
"biz de pessoa yok" dedi danış-man, sanki yasaklı bir kitaptan bahseder gibi.
sallamadım. bulduklarımla yetinmeyi öğrendim sanırım o kısa sürede.
pessoa ararken nabokov dostumla "göz" göze gelmiştim. sanırım sırasıydı. çünkü pessoa'ya benzer reddedimler yaşamıştım geçmişte. değişen zaman mıydı yoksa ben mi? muallaktı ve bulanık.
fakat nabokov'u alırken camus "düş"tü önüme. uzun sayılabilecek tatilde neden olmasındı.
bu şekilde camus, nabokov ve ben kredi kartına üç taksitle çıktık dışarı. bir an önce pessoa'yı bulmalıydık. neyse ki şehrin en büyük kitapçısında huzursuzluğun kitabı'nı bulmak zor olmadı.
zor olan şimdi hangisinden başlamalı okumaya?
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...