haftalar sonra balkondayım yine. sanki yıllar geçmiş gibi aradan. değişmeyen tek şey kafamın içinde cenk eden birbirinden bağımsız gibi görünen özerk düşüncelerim. aslında zoraki değişmeler dışında hayat aynı olağan sıkıcılığında, düz bir çizgide devam ediyor benim için. aktörler yer değiştiriyor sadece. yüzler değişiyor ama karakterler aynı. tıpkı reyting zengini sezon dizilerinde olduğu gibi. aslına bakarsan doktor ben de aynıyım. tekrarlarım da aynı, ezberlerim de.ve bitmek bilmeyen iç savaşlarım da. misal ve yine radyoda sıla'nın şarkısını duyduğumda sonuna kadar açıyorum sesi ve bir oturuşta onbeş sayfayı geçmiyor konsantre olabildiğim kitap sayfası, hakeza sabah ayazı genzimi yakarken yahut akşamın serinliğinde esen bir rüzgar, duyduğum bir koku tanıdık bir hissi çağrıştığında pavlov'un köpeğine tutulmuşcasına sigara içmek istiyor canım. kahveyi azaltıp çaya çok abanmam kahveyi sevmediğimden değil yeni işimin konjonktöründen mütevellit. yoksa kahvem ve çikolatam çok özel her daim. hatta balkonumda tütüyor şimdi. lakin bu sonbahar farklı gibi istanbul'da. ya da bizim sokakta bilemiyorum. o bayıltan yazın pazar hareketliliği yok şimdi saatin onbuçuğunda ters ve tek yönlü sokağımızda. oysa sonbahar'ın sağlaması için tüm değişkenler mevcut etrafımızda. misal bahçedeki ve çevredeki ağaçların yaprakları sarının en koyusunu daha şimdiden buldular ve hatta bazıları dökülmeye başladılar bile. otoparklar arabayla, sokaklar çocuk sesleriyle taşmaya üç hafta önceden başladı. ve sabah ve akşam ayazları kısa kollu giydirmiyorken bu ekim baharında sokağımızdaki yaz rehavetini anlamak mümkün değil.
birbuçuk yıl aradan sonra yan daireye yeni komşular geldi.balkonu kullanıyorlar arada haliyle. bu demektir ki eskisi gibi rahat olamayacağım. rahatlık derken karşı ve sol çapramızdaki abi gibi dal taşak, yarı çıplak oturmuyorum elbette. lakin bayağı bir yayılıyordum. dikkatli olmalı.
hah bu arada sokak şenlendi gibi. saat onbiriyirmisekiz geçiyor. muhtemel banka emeklisi bir bey amca geçiyor tam aşağımdan. burhan altıntop çantasını sol eliyle göğsüne dayamış, sağ elindeki migros poşetiyle ağır aksak yürüyor, sanki hayat merdivenlerini çıkıyor. o derece yavaş o derece hızlı. önce birbirinden model araçlar sonra insanlar çoğaldı sokakta. şimdi de amcanın tersi istikametinde kırmızı tişörtlü mavi kotlu otuz beşlerinde kel bir adamla, kırmızı badili esmer kadın sert adımlarla yürüyorlar. el ele tutuşmuyorlar ama yakın oldukları belli. muhtemelen beş-altı senelik evlililer. belki biraz daha az belki biraz daha fazla olabilir ama kesin olan hayatın rutinliğine olduğu gibi birlikteliklerini de kanıksamışlar. konuşmadan, çok yakın ama birbirlerine dokunmadan sanki bu sıkıcı pazarın bir an önce bitip geçmesini ister gibi hızlıca yürüdüler. hemen arkalarından bu öngörüme kanıt olmak istercesine daha yavaş ve el ele gelen yirmili yaşların son demlerindeki çift ya nişanlı yahut bir-iki senelik evli gibiler. lakin vücut dilleri onların da bu sıradanlığa mağlup olacaklarını söylüyor gibi. tüm bunlar ve teoman'ın istanbul'da son bahar şarkısı aynı dakikanın içinde sahne aldılar gözümün ve kulağımın çeperinde.
ve ilk paragraflardaki sonbahar gelmedi mi yoksa şüphemi tekzip edercesine insan taşıyor şimdi sokağımızdan. hepsi de bay c. muhalifi eli poşetli adamlar ve kadınlar.
işte onlardan otuz dörtlerinde esmer, beyaz tişörtlü bir kadın. ağzına kadar dolu ve ağır olduğu yürümesinden belli olan iki mopaş torbası ve uzunca bir temizlik fırçası ile karşı sokağa girdi. bu arada sokağımız T biçimde ben T'nin üst çizgisindeyim, üç yönden gelen giden herkesi rahatlıkla görebiliyorum. aynı sokağın en uzağında beyaz tüylerinde kocaman siyah ve sarı benekler olan bir kedi kaldırım üzerinde yürürken sanki onu izlediğimi farketmiş gibi birden durdu ve benim bulunduğum yönü izlemeye başladı. o da sokakta bir an da oluşan bu hareketliliği merak etmiş olmalı. ve tam da beyzbol şapkalı amcam iki koca şok poşetiyle kedinin ve benim seyreylediğim sokağı ağır adımlarla arşınladığı sırada sert bir rüzgar çıkıyor. üşüdüğümü hissediyorum. içeriye geçmeden evvel bazen bu yaptığımın ne kadar garip olduğunu lakin yine de insanları izlemeyi sevdiğimi ama onları yazmayı daha çok sevdiğimi düşünüyorum.
.
teoman - istanbulda sonbahar
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...