kendinden emin adımlarla yolun karşısına geçti. bir altmış beş
boylarında, sert yüzlü, kumral bir kadındı. yüzündeki sertliğe paralel bir
hareketle yoldan geçen diğer araçlar çarpmasın diye akşamdan kapattığı
aracın sağ ön aynasını hışımla açtı. bu oldukça nemli temmuz istanbul'unda
saunadan farksız olduğunu tahmin ettiğim aracına binmeden bej çantasını
fırlattı yan koltuğa, sağ ön camı sonuna kadar açtı. motorun sesini
duymam ve vitesi geriye atıp sonra ileri gitmesi fazla uzun sürmedi.
gri opelini hızla sokağın ters yönüne sürüp gözden kayboldu.
sonra aynı sokağın beri yanında aylak adamın hiç sevmeyeceği türden elinde alışveriş poşetleri ile
orta yaşlı, saçları tepeden seyrelmeye başlamış, hafif kamburu çıkmış
esmer bir adam hızlı adımlarla erik ağaçlarının altından apartmanına
girdi az önce.
hemen peşinden bağırtısından değil ama camdan
arabasının içindekilerden simit sattığı anlaşılan bir seyyar satıcı
geliyor. ne dediği hala anlaşılmıyor.
dışarının kaynayan
havasını da hissettiğim az esintili küçük balkonumdam izliyorum şimdi
hiç bir özelliği olmayan kim bilir her gün dünyanın dört bir yanında her
birinden yüzbinlercesi yaşanan kendiminki gibi bu sıradan hayat
egzerzislerini.
'galata köprüsünden geçip karaköy'e gitmekse hayat, arada bir durup bakmak lazım, hızlı geçmemek lazım'. demişti de bir seferinde haşmet ağbi, sevmiştim çok.
lakin
işte o yolda durdum durmasına da sadece durdum. ne ileri ne geri
gidebiliyorum. üstelik bakamıyorum hiç bir yere. her yer karanlık. dün
gece çok eski yazılarıma baktım şöyle bir. inanmasam da gitmek fiilli en
az on yazı döşenmişim zamanında. kötü olan şu ki artık gitmek de
istemiyorum. acı olan ise ne istediğimi bilmiyorum. mutsuzluğumu mu çok
seviyorum yoksa mutluluğa mı inanmıyorum? bilmiyorum. önceki akşam
rüyamda gördüğüm mü beklediğim istediğim onu da bilmiyorum.
düşündüm
sonra babamın öldüğü yaştan on yedi yıl gerideyim. geriye, on yedi yıl
öncesine bakıyorum. mesafeler aynı olmasına rağmen babamın öldüğü yaşa
daha yakın hissediyorum kendimi usta. insanlar ve ben ölmek fiilini bu
kadar rahat kullanarak bazı meydan okumalarda bulunuyoruz belki içten
içe ama korkmuyor da değiliz. en azından ben öyle düşünüyorum seni
bilemem.
bu arada simitçinin ne dediğini de şimdi çözdüm usta;
sıcaaaaakkkk siiimieeeiittt diyormuş.
evet.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...