her gün merkeze inmek zor geliyor artık. gerçi çok uzak değil ama
rehavet hislerim kabardı kaç gündür. yalnız kaya'nın üzerinde aklıma
üşüşenleri okey yaz bozlarından bozma sarı teksirlere biriktiriyorum
şimdilik. inersem bir gün toptan postalarım. telefon şarjının kifayetsiz
kaldığı yerlerde mp3 ü bırakıp az sayıdaki radyo dalgalarına
takılıyorum. burası kısa dalgadan yayın yapan türkiye polis radyosu
derdi bir zamanlar nosatljik radyolarımız hani. bir nevi özel kanalımız
gibiydi o vakitler. onu buldum şimdi. her telden çalıyorlar. kafa
dağıtmaya bire bir. ben onları dinlerken denize bakıyorum yine. denizin
içinde yürüyenler tuhaf görüntüler oluşturuyorlar. bir değil de beş
altısı bir araya gelince neşınıl coğrafik izler gibi oluyorum ne yalan
söyleyim.
sabah yine denizi izliyordum ve polis radyosu fonda... solistimiz " ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım
" derken o da ne kıyıdan yaklaşık 150 m ilerde yeşil bir can simidi
kurtarılmayı bekler havada rüzgar ve dalgalarla birlikte başı boş
salınıyor. enteresan olan şu ki hemen 50 m gerisinden deniz makarnası
denilen mavi uzun bir cisim sanki simidi kurtarmaya yahut ona kavuşmaya
çalışıyor gibi. yeşil kaçıyor mavi kovalıyor. mavi inatçı. lakin
imkansız bir kovalamaca bu. tıpkı imkansız aşklar gibi. bile isteye
gidiyor mavi. yeşil hem olur hem olmaz der gibi süzülüyor. ama nafile.
mavi'nin canı çok acıyacak bu aşk'ın sonunda. kim bilir belki yeşil'in
de. vazgeçmiyorlar. yürüyorlar...
tüm rehavetimi, kitabımı, müziğimi bırakıp bir kenara bu imkansız aşkı izliyorum gölgede ve de hüzünle.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...