birinci mevki - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

birinci mevki

bu sabah sanki ben geç geldiğine küsmüşüm de ve geldiğini farketmiyormuş gibi oralı bile olmayarak bulunduğum yere bir yılan gibi yaklaşmasını bekledim sessizce. tam önümde durdu. içinden bir makinist abi kafasını çıkarıp sordu;

-hava nasıl?
-!?
-kaloriferi yakacam da ondan soruyorum.
-parçalı bulutlu ama yaklaşık on yedi on sekiz derece. bana sorarsan ki sordun. gerek yok yakma. yetim hakkı vardır falan şimdi. gereksiz israf.
-oldu iyi yolculuklar
-iyi mi kötü olacağı tamamen size bağlı.
-!?
-güvenli sürüşler diyorum.


kalorifer sorusu hariç diğerleri benim abartılı kelime israfım.
her zamanki gibi ilk vagonun ilk sıralarına kurulduk. 1.mevki müdavimleri de birer ikişer dakika arayla istasyon değiştirdikçe damladılar bizim vagona.
artık çoğu istasyonu tabeladan değil de binen yolcularından tanıyorum. misal milliyet okuru abi bindi mi kızıltoprak'ta olduğumuzu anlıyorum, evkaf memuru ortayaşı az aşkın abileri görünce anlıyorum ki göztepe'deyiz. lost'un can lakına benzeyen her daim eli kitaplı saçı sıfır traşlı abiyi görünce de suadiye'de olduğumuzu anlıyorum. liste daha uzuyor aslında da gerek yok şimdi.
işte bugün ilk defa gördüğüm biri. yaklaşık 50-55 yaşlarında, beyaz saçlı beyaz bıyıklı saçları hafif dökük oduncu gömlekli abi. bir elindeki koca poşeti ile karşısındaki koltuğu diğer elindeki bulmaca ekiyle yanındaki koltuğu işgal etti. yetmedi bacak bacak üstüne attı. posta gazetesini açtı.


bir onu bir gazeteyi izliyorum. "kıskançlık cinneti bir aileyi yok etmiş...." yazık... hemen yanında bi haber; "madonna boşanıyor...." ne zaman evlendi ki.. valla haberim yoktu. bilseydim bi çeyrek alıp koşardım düğününe.
neyse asıl abinin işgaliyesine bozuğum ben ve bakıyorum dik dik. gelen de şöyle bir bakıyor, geçiyor. sonra iki kişi geldi suadiye'de. eli kitaplı abi benim yanıma oturdu. genç olanı bu ak saçlı abiye "gasteni al da oturalım beybaba" bakışı attı. beybaba oflaya puflaya aldı gazetesini. üç kişilik ödedi ya da jetonu! ama bacaklar hala üst üste. genç cumhuriyetini açtı o da bacak bacak üstüne attı. sonra eski türkiye güzeli olmaya aday abla girdi vagona. bostancıydı burası. ak saçlı amcaya baktı iki saniye kadar. bulaşmak ve uğraşmak istemedi arka koltuklara yöneldi. peşinden gelen orta yaşlı abi alacaklı gibi dikildi ak saçlı abinin başına. abi, ağır hareketlerle torbayı oturduğu koltuğunun altına aldı. şemsiyesini de üst rafa koydu. orta yaşlı abi bana karşı şöyle bir yayıldı koltuğuna. ve hafif müstehzi bir ifade yüzünde. anladı mı bilmem sabahtan beri bu hikayeyi yazdığımı ve kendisinin mutlu son kişisi olduğunu. bilemem.


lakin o sırada sezen, " sigaramın dumanına sarsam seni" yi harika söylüyorken ve ben çok keyif alıyorken bu şarkıdan hemen yan taraftan kesif ve bir o kadar iğrenç sigara kokusu gelmez mi? nasıl bir çelişki ya da kurgu veyahut embesil haldır bu. başarabilrsem bloga yazmalıyım dedim bunu. ama işte bu aralar hâl ve gidişat iyi olmadığından ve yazıp yazmamakta sancılar çekerken. tamamen yazmayı ve blogu bırakmayı hayal ederken sigara gibi seni bırakmıyor işte bu işler.


hani yağmurlar yağar ya bazen....
.
erol evgin - işte öyle bir şey