bundan çook çok uzun zaman önce bir gün evde tv izliyoruz. olayın baş
kahramanı rahmetli babamı hatırlıyorum önce. aslında o, en iyi yardımcı
erkek oyuncu. lakin işte terslik başrol oyuncusunu çıkaramıyorum şimdi.
eskilerden mesut mertcan mıydı orhan ertanhan mı yoksa zafer kiraz mı
bilemiyorum? bu üçlüden biri ama… belki de değil. fakat olay mahali trt
1 ana haberler bu kesin. bi de bizim evin orta yeri.
işte
babamla pür dikkat haberleri izlerken bizim spiker abi birden dondu
kaldı… sanırım kameradaki yazı dondu ya da yok oldu. bir şey oldu kesin
ve sus pus oldu abi. nereden esti bilmiyorum babam da geyiğine "konuşsana be adam" dedi. işte o an bişi oldu ve spiker abi televizyondan babama cevap verdi. " ne konuşayım."
zamanlama,
tayming, sıçrayış kavrayış hepsi on numero. saniyelik bir şaşkolozluk,
bir sessizlik ve sonra bastık kahkayı evde… bu kadar olurdu ve olmuştu
işte nasıl olduysa. sanırım yönetmen abi de babamla aynı hissiyatı
paylaşmış olacak ki bizim evin oscarları o akşam sahibini bulmuştu.
neyse. niye anlattım bu netameli hikayeyi. sevgili okuyanlar, dostlar, romalılar, akranlar, ve akrabalar diyorlar ki; yahu mithadcım sen bi acayip oldun bu aralar. nen var kuzum? eskiden yazmaya
ara verdiğin günler iki-üç günü nadir geçerdi, şimdi ise haftada bir
yazmana da razıyız. bir susuyorsun üç ya yazıyorsun ya hiç yazmıyorsun.
biliyorum ve kibarca diyorlar ki rahmetli babam gibi
-yazsana lan!
spiker abiyi anarak ben de diyorum ki;
- ne yaziim!
işte canım sıkıldıkça, aklıma estikçe boşluk doldurmacasına yazıyorum ötesini beklemeyin.
sayın ki; in the name of the father’daki gerry gibi sanık kürsüsünde adam asmaca oynuyorum.
öyle yani.
.
ezginin günlüğü - eksik bir şey
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...