marta’ya mektuplar - II - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

marta’ya mektuplar - II



çayı bu sabah ben demledim ofiste. kendi demlediğim çayı içmeyi seviyorum. ama yalan yok, içenlerin “çay çok güzel olmuş, eline sağlık” demelerini daha çok seviyorum. şimdi işte çayımla birlikte yağmur sonrası kendine gelmeye çalışan bir istanbul sabahında eski temmuz ve tatil yazılarımı okuyorum sevgili marta. ama dünyanın hiç durmadan dönüp mevsimlerin saat hızında eskidiğini fark edince insan daha çok şey yapmak istiyor. sanki koca bir hayat yetmiyor. uzun vadeli gelecek planlarından çok, kısa vadeli, günübirlik mesellerle haşır neşir oluyor. çünkü yarına çıkacağımızın hiç bir garantisi, senedi, kur korumalı mevduatı yok sevgili marta. ben misal; yeni yeni icatlar ediniyorum kendime. bazen de eski alışkanlıklarımı revize ediyorum. misal her gün ofiste, sadece bir müzik türünü dinlemeye başladım. bugün sanat müziği günü. yarın halk müziği. bir gün rock-pop. ertesi gün klasik. beş güne beş ayrı tür. yine akşamları pek okumazdım. okursam da tek bir kitap üzerinde yoğunlaşırdım. şimdi üç kitabı birden aynı anda okuyorum. fatih-harbiye, cemil meriç’in jurnal’i ve son olarak karamazov kardeşler’i belli bir sıra gözetmeksizin okumaya başladım. her akşam beşer onar sayfa. keza ve yine, her akşam yemeklerden sonra mutlaka bir bölüm dizi izliyorum. bu aralar ingiliz dizilerine yeniden sardım. piyasada ne kadar ingiliz dizisi varsa eski bir sahaf gibi toplayıp izliyorum bir bir. arada yükseklere çıkıp tehlikeli şiirler okuyorum. evin yolunu değiştirip hiç girmediğim sokaklardan geçiyorum. bol bol fotoğraf çekiyorum. ofiste iş aralarında geniş penceremden dünyayı izliyorum. kuşları, bulutları ve ağaçları. onları izlerken girdiğim alemden dimağda kalanları ya da garip bir çağrışımla hiç alakasız yerleri yazıyorum. misal şimdi sakızgülü’nden yazıyorum sana! madden olmasa bile manen oradayım. saat dokuzu biraz geçiyor. sakızgülü’nün sokağa taşan bir kahvesine oturdum. rüzgar serin kollarını yüzüme dolamış. kahveci dükkanından önce bahariye’ye oradan da dünyaya nefis bir rayiha yayılıyor. insanlar  alışılmış telaşlarıyla hiç bitmeyen bir hareketlilik içinde. kediler günlük iaşelerinin peşinde. bense...?
sahi ben ne yapıyorum mesai saatinde burada? üstelik işlerin en yoğun döneminde. kaybettiğim ama tam olarak ne olduğunu bilmediğim bir şeyi arar gibiyim. kuzeyden güneye, bahariye’den mühürdar’a akan sakızgülü sokağı’nı izliyorum huşu içinde. bu sokakta ne olduğunu bulamadığım ama bana sonsuz sükut ve huzur veren bir şey var. herkesin mit olmuş, efsaneleşmiş bir mekanı vardır. benimki de sakızgülü. oysa ne bir evim ne dükkanım. dikili bir ağacım bile yok bu sokakta. sadece anılarım var. 2009 da beni ve hayatımı ikiye, üçe bölen kırılmadan sonra kimseye anlatamayıp sakızgülü’nün taşlarına bıraktığım anılarım var. aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya adımlarım var. içime attıklarım var. gözyaşı olarak dışarıya akıttıklarım var. az da olsa sevinçlerim var. gülüşlerim ve hediyelik eşya dükkanları var. vizyon filmlerine baktığım rexx sineması var. rexx’in köşesinde mis gibi kavun kokan kadife sokak. onun çaprazında ismine meftun olduğum arayıcıbaşı sokak sonra. plakçılar, eski kitapçılar. antikacılar. 
kısacası hayat var sevgili marta. 
anlıyor musun?
anlıyorsun. 
zaten beni bir tek sen şu hayatta.
bir de bilader.
bilader demişken, uzun vakit sonra yazıya geri dönmüş. üstelik avlonya kalesine, kırk bir pare top atışıyla. hem dönüşü hem hakkımızdaki tespiti mesut eyledi. kimse bilmez. ben biliyorum. lakin ben de her şeyi bilemem. zira yıllardır yazıyordum ama tam olarak ne için yazdığıma bir isim, bir anlam konduramıyordum. dışarıdan bakan göz, dinleyen bir kalp olarak bilader bir mütehassıs edasıyla teşhisi koydu. ki haklıydı bence.
evet yıllar boyu “iyi olmak” için yazdım. 
yazıyorum. 
bu süreçte hatalarım da oldu sevaplarım da yazarken. insanız çünkü. hataya ve nisyana memuruz. bazen seçemediklerini değiştiremediği gibi seçtiklerini de değiştiremiyor insan. hayat çünkü öyle söylendiği ve yazıldığı gibi kolay değil. şartlar ağır. sınav zorlu. ben mesela çeyrek asırdır yaptığım meslek için fazla saf ve duygusal olduğumu düşünüyorum. bir daha dünyaya gelirsem yapmayacağım ilk iş bu işim olacak. başka şeyler de yapmayacağım. ama onu da burada söyleyemem. hülasa, kendimize kör ve sağır olabiliyoruz çoğu zaman. lakin niyetimiz halis. sonucu bulamazsak bile gidiş yolundan sıratı geçeriz inşallah.
biliyorum, bugün lafı çok uzattım sevgili marta. umarım sıkılmadın. son tahlilde demem o ki; hiç çıkmak istemediğim bir hal içindeyim şu an. saba makamında, duygu yüklü bir şarkıyı dinler gibi sokağı izliyorum. geçmişten ve gelecekten ariyim. 
şimdideyim. 
sakızgülün’deyim.
sendeyim.
.
hadi kal sağlıcakla..