samsa'nın kafka'sı! - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

samsa'nın kafka'sı!



kafka’nın samsa’sından halliceydim bu sabah. yataktan kalkamadım bir türlü. oysa çok geç yatmamıştım. erken yatıp erken kalkmak huyumdu. ama bu sabah işte, üzerimde müthiş bir ağırlık vardı. o kalkmadıkça ben de ayaklanamıyordum. hasta desen hasta değildim. lakin iyi de değildim. her uyanışta gözlerimi tekrar kapadıkça yataktan kalkma sürem uzuyordu. bir şeyler değişmeliydi. yoksa akşama kadar çıkamayacaktım bu duygudan ve de yataktan. önce gözlerimi sonra başucumdan eksik etmediğim radyomu açtım. gözlerimi tavana dikip saç telimden ayak parmağıma vücudumu yokladım tek tek. eksik gedik yoktu. kollarımda inceden pis bir ağrı vardı sadece. onu idare ederdim. ama o ağırlık yok mu?
günsür'ün kitabındaki karşılaşma paragrafı geldi hatırıma.*
onun gibi bir şeydi sanki üstümdeki ve dahi içimdeki..

" bu sabah uyandığımda  üzerimde bir ağırlık vardı. hani olur ya, çok derin nefes almak istersin. ya da gitmeye mecbur olduğun yere değil de başka.... neresi olduğunu da bilmediğim yerlere gitme isteği. tekrar uyumak belki de yarım kalmış bir rüyanın sonunu görmek istersin. karışık şeyler işte. böyle başlayan günleri çok iyi biliyorum: içindeki o katılık, tıkanıklık duygusu giderek artar. ..."

doğrusu bu ya; sadece bu sabaha özgü bir durum değildi bu hissettiklerim. yaklaşık iki yıldır böyle. özellikle işe gittiğim günler çullanırdı üzerime. bir kaç haftadır tatil günleri de üzerime gelmeye başladı. ben direnmeye çalıştıkça o daha çok. her şeyi olduğu gibi bu hissi, ağırlığı, artan tahammülsüzlüğümü, insanlara olan inancımı ve saygımı kaybetmeyi, hepsini işte, bu şehirden gidemeyişime, burada çürümeme bağlıyorum. tam bu noktada; dün izlediğim kovan filminde almanya'dan gelip ölen  annesinin artvin'deki arıcılık işini üstlenen ayşe'ye yine büyükşehirden babasının hastalığı için gelip bir daha geri dönmeyen ilker'in konuştuğu sahne oturuyor yüreğime;
"ben burada kaldıkça anladım. istanbul'da hayatımı harcamışım. burada her şey o kadar basit ki.."
kimimiz ve belki salt çoğunluğumuz basitlikten ölümüne kaçarken -benim de içinde bulunduğum- bazılarımız da yaşamak için basitliği arıyor, özlüyor, öykünüyor.
...
pes etmedim. kahvaltımı yaptım. sakin marketlerden birine haftalık alışverişim için en uzun yoldan giderek ve boş sokaklarda bir kaç tur fazladan atarak yolculuğumu orta vadeli yürüyüşle taçlandırıp eve döndüm. dönüş yolunda duvardaki renkli yazıları okudum. kimine güldüm. kimi için düşündüm. üzüldüm. duvarlara instagram yahut twitter adresini yazan gençler lütfen takip yazmışlardı. takip edilmek, beğenilmek en büyük ihtiyaçları gibi duruyordu. paradan ve hatta sağlıktan bile. sadece gençler mi? dürüst olmuyorduk kendimize. bu düşüncelerle daire kapısını açtım. poşetlerin içindekileri buzdolabına yerleştirdim. salona geldiğimde içimdeki his dağılmamıştı. pazar trafiğini hesapladım. erken sayılırdı. arabaya atlayıp sahile indim. kıyıdaki insan sayısı trafikteki araç sayısının dört katıydı. arkada kimsenin önemsemediği ama denizi uzaktan da olsa gören bir çam ağacının altına sandalyemden mütevellit otağımı kurdum. kahvemi aldım. müziği açtım. vücudumun sol yanını güneşe, diğer yanını da çam ağacının gölgesine verdim. çoraplarımı çıkardım. elektriğimi toprağa nakşettim. çehov'un altıncı koğuşu'nu okumaya başladım. neden sonra kitabı kapatıp. denize biraz daha yaklaştım. sisler ardındaki adalar'a baktım. bir kaç poz fotoğraf çektim. dönüşte de bu ehlikeyf ile karşılaştım. dünya ona güzeldi. hem kıskandım hem fotoğrafını çektim.



..
pazar insanlarının sayısı geçen dakikalarla paralel olarak artırıyordu. katlanabileceğimden çok insan birikmişti sahile. karınca ordusu gibiydik. belediyenin tesisi tıklım tıklımdı zaten. arta kalanımız çimlerin üzerinde onlardan kalanımız da yürüme ve bisiklet yolundaydı. tek derdimiz iş gününden önceki bu son tatil vakitlerini en verimli biçimde kullanmaktı. kimimiz için pazartesinin sendromu pazardan başlıyordu. mesela benim için. o yüzden inanlar derbi maçına gelir gibi akın akın sahili doldururken ben hemen dönüş trafiğini hesapladım. navigasyondan en kestirme yolu buldum. bağdat caddesindeki newyork trafiğini aştıktan sonra şanslıydım. umduğumdan ve navigasyon hesabından daha çabuk eve vardım. çayımı demledim. birazdan bal ülkesi'ni izleyeceğim...
... 
.
* mehmet günsür - içeriye bakan kim
.