parfümün dansı - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

parfümün dansı



pazar öğleden sonrası. saat dört gibi. ama biraz beşe de göz kırpar gibi. güneş gelmiş. balkona çıkmışım. kollarım dirseklerime kadar sıyrılmış. çoraplar yerlere atılmış. gözlerim kapalı. yüzüm güneşin insafında. salt istanbul’u değil dünyayı dinliyorum. ve o dünyayı saran enfes bir koku dolaşıyor ortalıkta. bir yerden hatırlayacak gibi oluyorum bu güzel rayihayı. ama ve sanki bir yandan da ilk kez duyumsuyorum. bir an, elimi uzatsam tutabileceğim bir mutluluk gibi yakın bu koku. fakat başka bir an, hayal bile edemeyeceğim bir uzaklıkta. zihnimde sanki bir iç savaş var. öyle bir karmaşa. bizi biz yapan bu zıtlıklar mı gerçekten? karanlık-aydınlık, uzak-yakın, soğuk-sıcak. nihayet yaşam ve ölüm?
biz türkler nasıl deriz?
evet, çıldırmak işten değil. böyle deriz.
başka ne deriz? sağlık olsun, cana geleceğine mala gelsin deriz kanuni’den beri. çünkü yoktur bir nefes sıhhat gibisi cihanda. ama işte bu koku. gitmiyor. lakin benim de olmuyor. çıldırmamak diyorum işten bile değil. pazar öğleden sonrası. beş gibi. yasak insanlara mı gelmiş yoksa kuşlara mı belli değil. sokaklar, kafileler halinde dolaşan insanlarla dolu. gökyüzü ıssız. gökyüzü bulutsuz. daha da mühimi kuşsuz. ötede burgaz yalnız. yalova-çınarcık yitik, puslar ardında. ve şimdi yaşam sevincimiz güneş de çekilmek üzere sahneden. pazar akşamüstü. altıya yirmi beş var gibi. lakin bu koku diyorum, ibrahim. bu koku.. beni mahvediyor..
.