27 ekim - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

27 ekim


müteahhitsel dönüşüme gitmeyip bir direniş abidesi gibi mahallenin ortasında duran tek müstakil evin balkonundan annemin bahçesine bakıyorum. körpe fideler bir kaç hafta sonra olgun birer kıvırcık ve lahana olmak için apartman köşelerinden sızan güneş ışığını içmeye çalışıyorlar. çok uzun olmasa da onların da bir hayat yolculukları var. serin esen rüzgara karşı direnme çabaları var. her şeyden öte hayata karşı bir duruşları var. elbette ilk günkü gibi olmuyor hiç bir şey. yolculuğun çetin geçtiği zamanlar olduğu gibi kolaylaştığı vakitleri de oluyor. ‘doğumdan ölüme’ kadar geçen yolculuğun her gün, her saat, her dakika ve her anında farklı bir tecrübe yaşanıyor aslında. pes edenler yok oluyorlar. mücadele edenler ise eninde sonunda mükafatlarını alıyorlar.
.
bir futbolcu kardeşimiz; “hayat, geriye doğru anlaşılır. ileriye doğru yaşanır.” diyordu geçmişindeki bir olay yüzünden tepkiler eşliğinde beşiktaş’a transfer olurken.
sanırım son beş yıldır (bu yazımla altı) benim de burada doğum günlerinde bir şeyler karalıyor olmamım nedeni; geçmişimi anlayıp ileriye bakabilme umudumu pekiştirmek. 
sanırım.
yoksa ve zira bu doğum günü aktivitelerinin hepsini sorgusuz sualsiz, yargısız bir infazla mutlak butlan ilan edip görmezden geliyordum altı sene öncesine kadar. kaçabildiğim kadar uzaklara kaçıyordum doğum günlerinde. elbet düşünsel anlamda. fiziksel olarak da denedim. pek muvaffak olamadım. ama kanıksadılar etrafımdakiler. abartmadan, olduğu gibi, olduğu kadar kutlandık. onların yanımda, yöremde olduğunu bilmek zaten mutlu ediyor beni. 
ve işte tam bu satırları yazarken yanımda telefonuyla oynayan küçük ablam; “senin facebookun kapalı mı doğum günü mesajın gelmedi?” diye sırıttı. özellikle kapattığımı söyledim. annem duydu sohbetimizi ve mutfaktan şimdi o bağırıyor;  “yaş gününmüş. bugün çocuklar da gelecek. gidin pasta alın gelin” diyor.
 “alırım anne” diyorum. 
herkesi mutlu etmek lazım sonuçta. büyük ablam da sabahın yedisinde aradı ankara’dan. eskisi gibi direnmiyorum. geldiği gibi karşılamaya çalışıyorum hayatı ve mütemmim cüzlerini. novak djokoviç hırs ve hırçınlığından çok roger federer sakinliği var artık üzerimde. kaybetsem bile.
.
sabah herkes uyurken şöyle bir baktım arşivime. son beş yıldır mutlaka yazmışım bugünde. 
ama niye? 
oysa teknolojiye karşı tüm hatlarıyla cephe savaşı veren, hala işlerini bilgisayar ve türevleri yerine kağıt, kalem ve kafasındaki bir takım parametrelerle çözmeye çalışan “eski kafa müdürler” gibi doğum günümlerimin her türlü aktivetisine set koymuştum yıllardır. sonra işte yaş aldıkça, yaşlandıkça gereksiz bir enerji israfına dönüştüğünü farkettim sanırım. 

bu nedenle işte sabah yine yazmak istedim. fakat yazamadım önce hiç bir şey. bıraktım her şeyi. çayımı alıp pencerenin kenarına iliştim. işte o an, geçen hafta geldiğimde kupkuru toprak olan bahçede ekili olan sebzeleri gördüm. çayımı onlara doğru kaldırarak “bugün benim doğum günüm” dedim.
.