paramparça - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

paramparça


bugün diyor benim doğum günüm. hem sarhoşum, hem yastayım teoman. sonra paramm paarçaaa diyor müslüm gürses. üstelik sabahın beşi bile değil. hani zorlarsan ve kanaatle ancak dört buçuktan beş olur. hem salt bu sabah da değil. son üç sabahın aynı vaktinde yani dört buçuktan beşinde, kafamın içinde düet yapıyorlar. bir teo. bir müslüm. hayır yakın zamanda da dinlemedim ki böyle pelesenk olsunlar zihnime? gitmiyorlar. öyle olunca mecbur ben gidiyorum sabahın tam yedisinde işe. güvenlik görevlisi sami, uykulu ve şaşkın gözlerle açıyor kocaman demir kapıyı. açar açmaz da soruyor;
hayırdır selim bey. önemli bir şey yok inşallah” diyor. şimdi teoman desem, müslüm desem olmayacak. okullar açıldı ya bugün desem yine de çok erken. “hayırdır sami hayırdır” diye geçiştirdim. sami peşimden seyirtip idari binanın kapısını açtı hemen. sonra da cıyak cıyak ötmesin diye alarmı susturdu. finalde de “kolay gelsin” deyip görev yerine döndü.
.
mutfak katına çıktım. kahvaltı istemedi canım. pratik yoldan kahve de olurdu ama çay içmek istedim. hem her gün ucu ucuna gelen makbule hanıma da faydam olurdu böylece. eylül gelmesine rağmen hala sıcaktı içerisi. alt kattaki, üst kattaki bütün klimaları açtım. sonra bilgisayarımı. ardından mailimi ve joy fm’i açtım. bir kaç internet gazetesini okuduktan sonra çalışanlar iş yerine dökülmeye başladılar birer ikişer. ve makbule hanım. teşekkür babında, gülümseyerek ; “yine mi erken geldiniz selim bey? “ diyerek girdi içeri. gülümsemekle yetindim. bir çay daha aldım getirdiği tepsiden. sonra işte ofisin kocaman penceresinden dışarıyı izlemeye koyuldum. kuşları arıyordu gözlerim. yoklardı. ısrarla ve umutla bakmaya devam ettim. tam uzaklarda, bulutların arasında bir tane görecek gibi oldum telefonlarım aynı anda çalmaya başladı. hem cep telefonum, hem ofis telefonum çalarken kapımda da bir çalışan evrak imzalatmak için bekliyordu. ve dışarıda bir sebzeci faranjit olmuş hastalıklı mikrofonuyla bağırıyordu; “altı kilo domates on liraa.” işte tam o anda bir sessizik oldu. ortalık birden karardı. ama nasıl. zifiri karanlık böyle. göz gözü görmüyor sadece derinlerden bir, hayır iki tanıdık ses geliyordu. saatim yok tam olarak bilemem. biraz bira biraz şarap önceydi.” diyordu genç olanı. hemen akabinde de biraz daha yaşlı olanı giriyordu devreye. parammm paaarçaa diyordu. parammmm paaarçaa.
gözümü açtığımda, her şirkette bulunması elzem olan babacan finans müdürümüz bir elinde eyüp sabri tuncer limon kolonyası, öteki eliyle de yüzümü tokatlayıp soruyordu;
selim oğlum iyi misin. selim?”
paramparça diyebildim sadece. param parça.
.