hasta siempre - 2 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hasta siempre - 2

gelirken yanımda getirmemi tembihledikleri yarım litre suyla, grinin en karamsar tonuna boyanmış bekleme salonuna girdim. benden önce gelen yedi kişinin oturmadığı kırmızı koltuklardan birine oturdum. kimse konuşmuyordu. ya uykularını alamamışlardı. ya da içinde bulundukları durumu düşünüyorlardı. öylesine hareketsiz, öylesine sabit bakışlarla. bir tek yanımdaki kır saçlı adam telefonuyla oyun oynuyordu.
.
neden sonra lacivert önlüklü, beyaz gözlüklü, ömrünü buralarda tükettiği belli, yorgun ve yaşlı bir kadın adımı okudu. ilkokuldaki gibi “burdaa” diye seslendim. kendisini takip etmemi söyledi. ilaç kokulu duvarlar arasında, pavlov’un köpeğine nazire edercesine peşi sıra adımladım. yolculuğumuz soğuk ve loş bir odada nihayetlendi. beni topal bir koltuğa oturtup bazı direktifler verdi.
"iğneden sonra beş numaralı odaya geç. bir bardak su iç. adın okununcaya kadar orada bekle."
anladım dercesine başımı iki kez öne eğdim. söylediklerini içimden tekrar ettim. iğneyi vurdu. özensizdi. canım acıdı. ama ses etmedim. bu sefer bant da vermediler. pamuğu bastır dediler sadece. bastırdım.
.
beş numaralı odayı bir kaç bakınmadan sonra kolaylıkla buldum. odayı benden önce bulan üç kişinin yanına oturdum. bekleme odasından tanıyordum onları. ama hiç konuşmadık. onlar tembih edilen sularını çoktan içmişlerdi. bende içtim. sonra yine konuşmadık. bir kaç dakika sonra direktör kadını, zamanında gelmediği ve isim okumalarına cevap vermediği için sinirlendiren komik bir abla geldi beş numaralı odaya. bir litrelik suyunun kapağını açmaya çalıştı. açamadı. hamle yaptık yardım etmek için. benden daha yakın olan başka bir abla açtı kapağı. ve ona anlatmaya başladı bizim komik abla.
“ bir buçuk senedir geliyorum. ilaçlar, tahliller, röntgenler, emarlar. bir türlü bulamıyorlar anacım. samatya’ya gönderdiler önce. sonra haseki’ye. bu yaptırdıklarımın hepsini orada da yaptırdım. ilaçlı filmler. kan tahlilleri. her yerde aynısı. yeniden yeniden. böyle böyle öldürecekler beni” dedi. tutamadım kendimi. gayri ihtiyari gülümsedim. baktım suyun kapağını açan yardımcı abla da gülüyor. anlatan abla zaten gülüyor. gülüyoruz dertlenecek halimize..

mithad selimmmm” diye uzaktan seslendi sarı kafalı, lacivert önlüklü teknisyen. bu kez ortaokuldaki gibi “burdayım” dedim.
buyrun” dedi.
buyurdum. çantamı kahverengi koltuğa bırakabileceğimi söyledi. bıraktım. ayakkabılarımı çıkarıp sırt üstü uzanmamı söyledi. uzandım.
kafamı oynatmamam gerekiyormuş. ama gözlerim ve kulaklarım açık. uzaktan ve derinden bir hırıltı sesi geldi önce. matkap gibi. trafo sesi bir de. sonra tepemdeki floresan lambalar. sekizerden dört sıra yapılmış 32 floresan bir kutunun içinde bir yanda. 32 si öte yanda. sağ çaprazımda duvar tipi ama kapalı bir klima. en arkada bir klima daha. kafamın üstünde huniye benzeyen, krem rengi, sivri kısmı bana bakan soğuk bir metal. sanki boğazıma saplayacaklar. öyle tedirginim. öyle savunmasız. ölümcül bir aşka tutulmuşum sanki. makine sesleri bir müddet sonra rutine döndü. kumanda odasından gelen iki kadın sesi var şimdi bu soğuk ve gergin dünyamda. ne dedikleri tam anlaşılmıyor. ama şen ve şuh kahkahaları taptaze. moralleri yerinde. espriler, şakalar, kahkahalar gırla. onlar da haklı tabi. buraya gelen her hastaya ayrı üzülseler üç aya kalmaz verem olurlar. ama ve yine de biraz sessizlik. biraz saygı güzel olurdu. kendimi onların yerinde düşündüm. belki ben coşup eğlenirken de bildiğim yahut bilmediğim yerlerde insanlar acı çekiyordu. adaletsiz dedikleri hayat aslında çok adildi. adaletli olmayan ise insanoğlu sonucuna ulaştığımda müslüm baba’yı duydum. rüya mı görüyordum? matkap sesi. floresanlar. klimalar. konuşan, şakalaşan iki kadının sesi. hepsi tamam. son kez sağ elimle, sağ baldırımı sıktım. hayır, rüya değildi. müslüm gürses’ti. ama şarkıyı çıkaramadım. tam şarkıyı bulacakken lacivert önlüklü, suni sarışın beni içinde bulunduğum tünelden büyük bir gürültüyle çıkardı.
"sonuçlar cuma öğleden sonra" dedi. 
affet’ diye mırıldandım. 

şaşkınlıkla yüzüme bakarak “pardon” dedi.
"teşekkür ederim, iyi günler" dedim gülerek.
bu kez gayri ihtiyari gülümsedi ve "geçmiş olsun" diyerek yolcu etti beni. 
..
.