şahit - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

şahit


...
ondan sonra bu mithad’ın insanlardan alıp veremediği nedir? çocukluğu mu kötü geçmiştir yoksa öğretmeni yahut patronu mu ona kafayı takmıştır? hiçbiri değil sevgili kardeşlerim. hiçbiri. güneşi ve baharı gören her fani gibi ben de gözümü karartıp istanbul keşmekeşine attım kendimi. aylık saç traşımı, haftalık alışverişimi sabahın köründe hallettim ki kalabalığa çok karışmayayım. on iki olmadan da bir kahvecinin en iyi güneş alan masasına kuruldum. kahvemi aldım. müziği açtım. kitabımın altı çizilmeye muhtaç satırlarını karalamaya başladım ki; iki farklı ailenin ses tonunu ayarlamayı bilmeyen doğrusu etrafta sadece kendileri varmış gibi davranan anneleri ve babaları ve çocukları ve patavatsız gürültüleri ortama hakim oldu. bu durum bırak kitap okumayı, hiç bir şey yapmadan oturmayı bile mümkün kılmıyordu. armut çünkü dibine düşüyordu. ve ünlü düşünür hülya avşar bir kez daha haklı çıkıyor, küfretmek yürürlüğe giriyor, nihayet okumak cahilliği alıp eşekliği bâki kılıyordu. hele bir ‘beyefendi’ vardı ki; konuşması, hali, tavrı ülkenin en iyi kolej ve üniversitesini bitirmiş ama yerini ve yurdunu bulamamış savan fili gibiydi. zaten kıç kıça, dip dibe olan masaların ortasında bağır çağır konuşan bu abinin erol taş kahkahalarına, turgut özatay repliklerine oracıkta şahit yazdılar bizi. hemen yan masadaki sarı kazaklı abla da kahvesini sütlü içtiğini, yedi numaradaki mesture hanımın cimriliğini, yeni aldığı kazağını ve daha bir sürü kişiselini cami hoparlöründen ilan eder gibi telefonda konuşurken şımarık çocukları da ondan aşağı kalmıyordu. la havle çekmekle sıcak kahveyi her iki masaya eşit dağılacak şekilde savurmak arasında bir süre kararsız kaldım. ikisini de yapmadım. inzivaya çekilmeye karar verdim. tesbih çeker gibi emekliliği saydım yine. gününe ve saatine kadar. sonra yapmayı hayal ettiklerimi düşündüm bir yandan müziğin sesini açarken. güneşin bütün kemiklerimi eritip yumuşatması gibi içim de pelteleşti. bir sakinleşti sanırım. ben köy evimin bahçesine domates ve biber fidelerini diktikten sonra elma ağacının altında taze demlenmiş çayımı içerken hissedilir bir sessizlik peyda oldu birden. gözlerimi açtığımda güneşin alnında kavrulan bir ben kalmışım bir de gölgede stefan zweig okuyan siyah tişörtlü, kumral saçlı kadın. bir tuhaf oldum. sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. gidip bir kahve daha aldım.
.
shivaree - goodnight moon