rakı varsa keçi peyniri mutlaka olmalı kenan - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

rakı varsa keçi peyniri mutlaka olmalı kenan

kalemim var. kağıdım yok. oysa şu an öyle çok mektup yazmak istiyorum ki sorma. ama arial ya da calibri fontlarının hazıra konmuş sahte harfleriyle değil. mavi mürekkepli kalemin, kalbimizden ve içimizden daha temiz bembeyaz kağıt üzerinde adeta dans ederek, sürtünmeden mütevellit asla detone olmayan sesiyle şarkı söyleyerek nakşettiği sahici kelimelerden bahsediyorum. hem mavi diyorum. beyazın üzerinde ne güzel duruyor. zaten mavi her yere yakışıyor. şiirler dahil. afrika hariç.
.
şimdi işte, tescilli bir belediye parkındayım. yaşını ve cinsini bilmediğim bir ağaca sırtımı dayadım. karıncalarla birlikte oturuyorum. rüzgar öyle güzel, öyle şefkatli esiyor ki sonbahara hazırlık yapan yapraklar gibi oradan oraya savruluyorum. bir geçmişe, bir geleceğe yuvarlanıyorum. büyük filozof candan erçetin’in dediği gibi ; “kendine kalıyor insan eninde sonunda.”
ama ve lakin;  sen bize iyi bak tanrım, sevdalı kullarına...
.
bir vakit sonra ağacın kabukları sırtıma battı. rahatsız oldum. lakin kim kimi rahatsız etti emin değilim. bizim isimsiz ağacımız;  “hooop birader bu sıcakta ben zaten zor duruyorum ayakta bir de senin ‘insan ağırlığını’ çekemem” deyip kabuklarını sertleştirmiş olabilir. az ileriye boylu boyunca uzandım bu kez. iyi ki de uzanmışım yoksa turgut uyar’ın göğe bakma durağını ıskalayacaktım az kalsın. masmavi gökyüzü, bulutlardan beyaz uçaklar. bulutlar zaten beyaz. uçan kuşlar sonra. gökyüzünde şenlik var. ama bizim eski neşemiz yok..
.
bugün tv’de, 82 yaşında hem doktor hem de musikişinas bir beyfendi vardı. zaman dedi. çok çabuk geçti. nasıl geçtiğini hiç anlamadım dedi. oldukça hüzünlü, insanın içini acıtırcasına. oysa hem gönlündeki mesleği hem de tutkusunu (müzik) gerçekleştirmiş bir adam söylüyordu bunu. ‘ya biz n’apalım doktor?’ dedim. güldü sonra. pişman olmuş gibi aceleyle ekledi: “ama dedi iyi bir hayat yaşadım” dedi. bir tanem dediği eşinin avcunu sıkarak, gülen, sıcacık gözleriyle teşekkür ederek adeta.
.
arkamda, kırmızı topraklı yürüyüş yolunda hararetli bir tartışma duyuyorum şimdi de. müziğin sesini kıstım. hayır kavga değil. usul tartışması. 
balık var ama diyor kırmızı gömlekli. 
mavi beyaz tişörtlü hayır diyor. “balık olsun, kavun olsun fark etmez. rakı varsa diyor. keçi peyniri mutlaka olmalı kenan” diyor. keçi peyniri mutlaka olmalı..
.
sonra, karşı sol çaprazımdaki banka elinde tuğla kalınlığında bir kitapla, otuzlu yaşlarda, üç numaralı saç traşı ile genç bir adam oturdu. tanışıyormuşuz gibi başımızla selamlaştık. o kitabına gömüldü. ben yazmaya devam ettim. bir süre sonra da sağ çaprazımdaki banka sessiz ve mutsuz iki kadın oturdu. mutsuz bir yüzle hiç konuşmadan öylece oturuyorlar. öğle vaktine nazaran daha kalabalığız. yuvalarında sorun çıkmış karıncalar gibi parkın her metrekaresine doluşuyoruz. mutlu değiliz sadık!
.
genç adamın büyük bir iştah ve dikkatle okuduğu kitabın ismini anlamaya çalışıyorum. ama miyop gözlerim buna engel. üzerinde kalın siyah yazılar olan bej renkli bir kitap. en alttaki logoya bakılırsa yapı kredi yayınları olabilir. olmayabilir de. gözlerim çünkü eskisi gibi değil. hiç bir şey eskisi gibi değil. can sıkıntılarımız bile. hatta onlara bulduğumuz çarelerde. tükeniyoruz sadık. tükeniyoruz.
.
ane brun - all my tears