on temmuz - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

on temmuz

salı.
...
08:47 
bulutlu, bir parça serin, tom waits şarkısı gibi bir hava. ha gürledi ha gürleyecek. şikayetçi miyim? bilakis memnunum. hem zaten denize girmeye mani bir durum yok. güneş ara ara kendini gösteriyor. lakin ben kıyıda oturup dalgalarla sohbet etmeyi tercih ediyorum. sessiz ve kimsesiz bir sahil. deniz boş. sonsuz bir açık mavi. uzaklarda üç beş beyaz tekne. lacivert bir ufuk çizgisi. kafamda her zamankinin aksine şarkı değil bir şiir döngüsü. galiba temiz hava ve deniz çarpıyor adamı! daha önce hiç aklıma gelmeyen yahut varlığını çoktan unuttuğum şeyler peş peşe çağrışıyor. biri gidip öteki geliyor. istanbul’un tampon tampona trafiği gibi. öyle yoğun. bu halimi de seviyorum. galiba kendimi seviyorum! öyle olmasa bu kadar şeyi anlatamazdım herhalde.
şiir diyordum. 
ilhan berk şiiri takıldı dilime bu sabah.

üç kez seni seviyorum diye uyandım
tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
bir bulut başını almış gidiyordu, görüyordum*

burada gitmesine en çok üzüldüğüm şey zaman. çünkü giden her şey geri geliyor. bulutlar dönüyor. kuşlar dönüyor. mevsim rüzgarları hakeza. hem sonra akşam batan güneş sabah geri geliyor. uzak kıyılara vurup kıvrılarak süzülen dalgalar da dönüyor. ama bir tek zaman geri gelmiyor. bir de giden sevgililer.
...
14:52
ben yazıyı toparlayıp gönderene kadar. öğlen oldu. geçti. çay vakti geldi. çaysız olmaz çünkü. az evvel demleyip balkona çıktım. hava sabahki kararsızlığından vazgeçti. kararlı bir biçimde güneşli vaçık şimdi. deniz ve sahil sabahki sakinliğinde ama. buranın zaten en çok bu özelliğini seviyorum. bir parça mavi, bir tutam iyot ve sonsuz ferahlık. 
burası olmasaydı; bu kadar çok yazmazdım. burası olmasaydı; bu kadar çok düşünmezdim.
burası olmasaydı; seni bu kadar çok anmazdım.
burası olmasaydı diyorum sevgilim; aşkımız bir karşılık bulmazdı.
....
17:49
dünya için önemsiz benim için mühim hatta kötü haber. seri olarak hapşırmaya başladım. üstelik burnum da akmaya başladı hafif hafif. ama ben üşütmeden mütevellit olmadığını düşünüyorum. bu yüzden tekrar sahildeyim. güneşi aldım karşıma. daha doğrusu saygıda kusur etmemeye özen göstererek huzuruna çıktım. ‘hacı abi yap bi’kıyak’ modundayım şimdi. birbirinden güzel üçyüzonyedi çeşit müziğin refakati eşliğinde bedenimle birlikte ruhumu ısıtıyorum. bir yandan da dalgalarla hasbihalimi kaldığı yerden devam ettiriyorum. görsen ve duysan çok dertliler. benden bile. misal bu gel-git olayları onları çok yoruyormuş. ben şanslıymışım. yaşı bekliyor olsam da bir emeklilik hakkım varmış. ama onlar dünyanın sonuna kadar bu gel-gitlere devam etmek zorundalarmış. sırf gelip gitmek olsa iyiymiş. bu yolculuklarda bir sürü sevimsizliklere de şahit olmak zorunda kalıyorlarmış. en zoru ve üzücü olanı da yurtlarından kaçmak zorunda olan göçmenlerin yahut serinlemek için denize girenlerin cansız bedenlerini taşımakmış. yine bu güzel suyu kirleten duyarsız insanların çöplerini taşımak çok acı veriymiş. hiç mi güzel anıları yok mu dediğini duyar gibiyim. ben de aynısını sordum. “olmaz mı beyim? deyip ağızları kulaklarında anlattılar. dünyanın en sevimli, en duygusal varlıkları ile yani yunuslarla yolculuk etmeyi hiç bir şeye değişmezlermiş. bir de kıyıda beraber oynadıkları dünyanın neşesi çocukları.
ha unutmadan; benim gibi denizle yatıp denizle kalkan ‘geveze abileri’ de çok seviyorlarmış. 
öyle söylediler valla! ben onların yalancısıyım.
..
.
.