25. mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

25. mektup

balkona koyduğum katlanabilir masanın bir ayağı topallıyor ne vakittir. az önce çayımı dökünce, bir bankanın vermiş olduğu eşantiyon bloknotlardan sekiz on tanesini katlayıp altına koydum. topallaması tam geçmedi ama eskisinden iyice oldu. çayımı güvenle içebiliyorum artık. keşke diyorum bütün meselelerimiz böyle olsa. altına özel bir bankanın yahut hastanenin eşantiyon kağıdını koyarak halledebilsek.
misal hep bahsedilen öteki evren gerçekten olsa en paralelinden. ve evrenler arası yolculuklarımız olabilse. o vakit işte bazı şeyler şimdikinden çok daha kolay olurdu. hani diyorum bu alemde ve rüyalarda buluşamazken kim bilir kaçıncı paralelde buluşurduk. umut dünyası işte. ömür bitmeyince ümit de bitmiyor.

geçenlerde uzun zamandır görmediğim ve durumumuzu bilmeyen bir arkadaşım seni sordu. bozuntuya vermedim. 
“iyi” dedim. “çok iyi!”
iyisin değil mi?
iyi ol.
.
ben?
ben bir acayibim. tıpkı bu temmuz sonları gibi. sıcaklık ve rutubet artarken, rüzgar ve yağmur da şiddetini artırıyor. iklimim bozuldu sanki. karışık haller. balkonda tek şemsiye yetmez oldu. iki şemsiye, iki rejisör koltuğu ve bir masa bütün sermayem. ama filmim hep eksik. hep yarım. çünkü sen...
neyse, geçelim bunları şimdi.
hem söyledim. benim ümidim baki.
şimdi misal -bilhassa senden sonra- ve boş vakitlerimde hep birhan keskin okuyorum. biliyorum, bir gün birlikte okuyacağız. o vakte hazırlık olsun diye altını çizdiğim keskin kelimeleri okuyorum.
bazen de unutmayayım diye geçtiğimiz yolları yürüyorum. hansel’le gratel gibi anılarımızı serpiştiriyorum adımladığımız sokaklara. sonra işte çay içtiğimiz kafeler. dolaştığımız kitapçılar. bazıları kapanmış. yerlerine kumpirci, gümüşçü falan açılmış olsa da anılar taptaze. yerli yerinde. ümidim de öyle.
.
ama dedim ya biraz karışığım bugünlerde. şimdi işte birhan hanım’ı bırakıp cemal süreya’yı yaren edindim kendime. zira tren yolculuğu diyor. güzel günler diyor. bilirim tren yolculuklarını ne seversin. e bende severim. bir hayalim vardı hani. aslında bir sürü var da... senli ve benli olan en büyük hayalimi diyorum. cumbalı bir ev. küçük. mütevazı. cumba demirlerinde gözün gibi baktığın çiçekler hani. o evin işte yüksek giriş de olsa bir balkonu varsa ne güzel olurdu. kış güneşi mutlaka vuracak ama! tren yolculuğunu diyorum, nasılsa yaparız.

lakin hayat çok tuhaf! ne yapacağını, ne yazacağını şaşırıyor insan. tam kızartma düşkünü komşularımdan bahsedecekken bir kuş kondu balkon demirine, iki metre ötemde. ama nasıl siyah bir kuş. hayır karga değil. bir cins güvercin. ama nasıl güzel. fotoğrafını çekip göndermek istedim. ben çekene kadar uçtu gitti. tıpkı kısa süreli mutluluklarım gibi. huzura en çok yaklaştığım zaman oysa kuşları gördüğüm vakitler. bir de işte seni özleyip özleyip karaladığım bu satırlar...

ama ve yine ne çok bahseder oldum kendimden değil mi?
sahi sen nasılsın? 
nicesin?
yaz bana. o sarı kağıtlara*

bu sabah yaşlı bir çift gördüm parkta. görsen öyle şirin, öyle sevgi dolu yürüyorlardı ki kıskandım. yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? ne güzel yaşlanırsın sen*
.
hayallerim var demiştim. sıradan ama bir o kadar imkansız görünen hayaller geliştirmekteyim. hüznümüz çünkü sevgilim. gözlerimizden çok dinlediğimiz şarkılarda ele veriyor artık kendini. 
bilmiyorsun!
bu mektuba ikindi vakti başlamıştım aslında. tam toparlayıp yollayacakken bir telefon trafiği başladı ki sorma. nerdeyse bir ömre sığabilecek bütün talihsizlikler bir pazar akşamüstüne sığındı. neyse ki halledip eve döndüm. şimdi şehrin yalancı ışıklarına karşı yazıyorum kalan satırlarımı. fondaki müzik değişti elbet. ahmet kaya oldu. 
hüznümüz çünkü sevgilim. 
artık biliyorsun....

.

* cemal süreya - on üç gün mektupları
.