beş vakit - 17 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beş vakit - 17

sabah: 
bir otobüs dolusu sessiz insan. cumartesi sabahı e-5’in ağır trafiğinde akıyoruz. kimseden çıt çıkmıyor. hayır alışılageldiği üzere akıllı telefonlarıyla da oynamıyor ekseri çoğunluk. sanırım biraz akıllandık. yahut bıktık artık. özümüzü, bizi biz yapan değerleri arıyoruz bu ilk mart lodosunda. yirmi üçü oturan, on yedisi ayakta bir sürü insan. güneşli e5 trafiğinde sakince ilerliyoruz. 

öğle:
yazıcıoğlu han’da hepi topu 8 metrekare alanda 4 elektronikçi. adam başına 2 metrekare düşüyor. ortalık adaptör kaynıyor. benim cihazı dükkanın en beyaz saçlı ve en bilge ustası tamir ediyor. savaş dinçel’e benziyor. gözlüklerinin üstünden bakışı ve hatta sesiyle. diğer ustalar boş dururken arada gelen ufak tefek işleri de ‘savaş abi’ alıyor. kızmıyorum. belli ki benim cihazın işi uzun sürecek diyorum. sabrıma şaşırıyorum. yetmiyor, işini böyle hakkıyla ve özenle yapan bir zanaatkarı izlemeyeli çok uzun zaman olmuştu diye teselli ediyorum kendimi. bir süre haberleri dinlediğimiz televizyonun kanalını arkadaki esmer, saçları at kuyruk yapılmış usta değiştiriyor. bir türk filmi oynuyor. cüneyt arkın sesli ibrahim tatlıses başrolde. az önce çocuğunun oyuncak adaptörünü getiren kır saçlı abi ‘bir mumdur türküsüne’ ayağıyla tempo tutuyor. bizim bilge usta da arada kafasını kaldırıp kapının hemen üstüne asılmış olan 37 ekran televizyona bakıyor. ibo’nun türküsü bittiğinde benim cihazın tamiri de bitiyor. helalleşip başka bir hana gitmek üzere ayrılıyorum dükkandan.

ikindi :
akmar pasajı’nda kampanyalı kitaplara bakıyordum. sabahattin ali’nin kuyucaklı yusuf’u gözüme çarptı. ileri geri sayfalarına bakarken kitap elimden düştü. dükkan sahibi “aha şimdi almak zorundasın o kitabı,” dedi. benden önce esmer tezgahtar kadın güldü. durur muyum! bu şakacı esnafa kontra atak yaptım.
“alırdım ama ben huzur istiyorum patron” dedim.
kimse gülmedi. 
soran, çipil gözlerle hem esmer tezgahtar hem de tombik dükkan sahibi bana baktılar.
“tanpınar’ın huzur’u” deyince hep beraber güldük. çıkarken kuyucaklı’yı işaret edip “onu da ayır huzur bitince gelip alırım.” dedim. bu kez bıyığının altından gülümseyerek “kısmet,” dedi.

akşam :
güneşli pazartesileri izlemek niyetindeydim. fakat istemedi canım. beş on sayfa tanpınar okudum. müziğin de etkisiyle bir ağırlık çöktü üzerime. kitabı kapadım. müziği açık bıraktım. uyumak istedim. 
hayır!
doğrusu rüya görmek istedim. rüyamda da seni.
ama ve lakin bu işler siparişle olmuyordu. biliyordum.
yine de kapadım perdeleri ve gözlerimi.
mabel matiz çıkmasaydı radyoda uyuyabilirdim. belki. biraz daha gayret etsem seni de görebilirdim. 
ama olmadı. 
ağırlık da uyku da terk edip gitti beni.
kalktım. bir iki kitap daha karıştırdım. 
cemal süreya’dan. birhan keskin’den. 
bu kez de iflah olmaz biçimde mektup yazma isteği doldu içime. siyah bir kalem. beyaz bir kağıt aldım. oturdum masanın başına. yaşar’ın en sevdiğim şarkısı çıktı bu kez radyoda. seni düşündüm. kağıt elimde. kalem önümde. sonra yine hep seni düşündüm.

yatsı :
hayat bazen; ılık bir akşamüstü, birlikte müzeyyen senar dinleyebilme ihtimalini sevmektir.
.
yaşar - şehir yalnızlığı