yitik - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

yitik

değirmen diyorlar adına. şirin, rüzgarlı bir pastane. doktoru bekliyordum. çok erken gelmiştim. beklerken üç kere yer değiştirdim. garson gıcık oldu. ama rahat değildim. bahçede üşüdüm. içeride bunaldım. hayatımda böyle işte dedim doktora gelince. rahat edemiyordum bir türlü. ara'daydım. kaybolmuş gibiydim. aslında hep öyleydim.
hem ilginçtir bugün yolla, yolda olmak ile ilgili hiç tanımadığım iki farklı kişinin yazısını okudum. kendi yolumu hayal ettim. bulamadım. yol'umu kaybetmiştim. hatta var mıydı? ondan da emin değildim.
ama tek ben değildim yolunu kaybeden. değirmen'e giderken cins bir köpek takıldı peşime. istanbul temmuzunda nefes almak için oturduğum bankta diğer iki kişiyi değil de beni seçti. önce şöyle bir kokladı, bir süre gözümün içine baktı. sonra kaşınmaya başladı. huylandım. yürüdüm. peşimden geldi. bir o öne geçti, bir ben. bir yandan beni kesiyor, bir yandan kaybettiği bir yeri ya da yiyecek bir şeyler arıyordu. 
önceleri sinir oldum bu takibe. sonra garip bir şekilde hoşuma gitti. yolunu kaybetmiş iki faninin ortak yolunu yürüyorduk sanki. galiba karnı da açtı. bakkaldan bir şey alıp versem ne yerdi ki ? biraz daha takip eder bırakır dedim. bırakmadı.
sonra bir adama rastladık. sabahın sekizinde elinde koyun bokuna benzer kedi-köpek maması. bizim cins'i çağırdı. 
adama dedim "deminden beri  yiyecek bir şeyler arıyordu. iyi ki rastladık size"
"onun nasibiymiş" dedi adam gülerek.
ama yemedi bizim cins. bir kaç kez yanına çağırdı. yok, inatçı çıktı bizimki. adam bozuldu, söylendi. 
oralı olmadı cins, beni takip etmeye devam etti. lakin yolda kadınlar korktu. hatta bir tanesi köpeğinize sahip çıksanıza diye beni azarladı. ne diyeceğimi bilemedim. manasızca yüzüne baktım. cins de durdu. o da bir şey demedi. sadece baktı. 



sokaklar geçtik. kaldırımlar aştık. metro kavşağında durduk. lakin benimle geçmedi karşıya. uzun uzun baktı bana. ben de ona. alıp götürsem götürecek yerim de yurdum da yoktu. galiba gücümde. pazar gezmesi sonrası beşiktaş iskelesinde ayrılamayan iki yeni sevgili gibiydik. aniden döndüm ve yürüdüm. bir kaç adım attım. dayanamadım. döndüm. çok hüzünlü bakıyordu it oğlu it! bir kaç adım daha. hala bakıyordu. üçüncü ve son kez. hala...
.
aslında bu akşam hem ortaokulda hem lisede sıra arkadaşım olan kemal'i bir türlü ısınamadığım, hiç denecek kadar az kullandığım facebook sayesinde seneler sonra nasıl bulduğumu, birbirimizden habersiz ama şaşırtacak kadar benzer olayları nasıl ve hem de tarihi tarihine yaşadığımızı, bir bankta hiç tanımadığı insanlara tüm hikayesini anlatan forrest gump'ı, lise birdeki tek toplu fotoğrafımızı, o fotoğraftaki maviye çalan gri süveterimi, şamil'in gözlüklerini, sazlıklardan havalanan ilhan irem'i, meydandaki çınar ağaçlarını, her saniye ve hızla değişen dünyada nasıl aynı kaldığımızı anlayamadığımı anlatacaktım. ama hayat işte.. çok da şey yapmamak lazım!