bir varmış bir yokmuş - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bir varmış bir yokmuş

kar yağıyor burada. inceden. ama çok yağıyor. pencerenin kenarında,  ayakta dikiliyorum. bahçedeki arabaların beyaza bulanmasını izliyorum. metalik gri, lacivert ve füme arabalar. beyazlaşıyorlar azar azar. beyazlar zaten beyaz. 
hemen penceremin altındaki yeşil çimenler direniyorlar. lakin fazla şansları yok. gözü yaşlı birer çocuk gibiler. şimdilik. göz gözü görüyor fakat elli metre ötesi seçilmiyor. hava puslu ve de gri. soğuk. çok soğuk. aynı zamanda. pencerenin kenarında kalorifere yapışmış vaziyette öylesine dışarıya bakıyorum. bu arada bir hikaye dolanıyor kafamda..

bir kış köyünde sakin sakin konuşan iki kişi. odayı haddinden fazla ısıtan odun sobasının başında bir yandan çay içerken bir yandan da günlük, sıradan telaşlarını konuşuyorlar.
üç gün yetecek odunları kalmış. kar durduğunda gidip biraz odun kesmek gerekebilirmiş. servet amca hastaymış o'nu da ziyaret etmek lazımmış. ha bi'de muhtar hasan ilçeye gidecekse her ihtimale karşı pil sipariş etseler iyi olurmuş.
her günün aynı geçtiği, şansları varsa bir iki yaban hayvanı gördükleri dağ köyünde yaşayan iki insan. 
yaşlarını kestiremiyorum ama bana hissettirdiklerine göre orta yaşlılar. şehrin tarumar ettiği ruhlarını tedavi etmek için farklı şehirlerden bir haftalığına geldikleri bu köyde tanışıp buraya yerleşmeye karar vermiş iki metropol insanı. bir bankacı ve bir mühendis. en teknolojik aletleri üç orta pille çalışan lambalı radyoları. trt fm dinliyorlar daha çok. bankacı rock müzik seviyor. mühendis ise sanat müziği dinliyor. resim yapıyor aynı zamanda mühendis. bankacının da düzyazı denemeleri var kendine sakladığı. bir de fotoğraf çekiyor bol bol. 
her ikisi de bu rakımı yüksek, nüfusu düşük köyü çok seviyor.
hani köy dediysem bir kilometrelik alana yayılmış hepi topu on hanesi olan bir topluluk. ikilimize en yakın ev 100 metre ötedeki muhtar hasan'ın evi. onlara en yakın evse köyün en yaşlısı servet amca'nın evi. servet amca yalnız yaşıyor. yüziki yaşında. eşi makbule hanımı beş sene önce kaybetmiş. kimsesi yok. muhtasar hasan'ın karısı esma sabah akşam yemeğini getiriyor. muhtar hasan'da odununu ve diğer ihtiyaçlarını karşılıyor. 

kendi halinde, nuri bilge ceylan'ın kar filmindeki görüntülerinden hallice yılın üçte birini beyazlar içinde geçiren insanları gibi kendi de naif bir köy burası. ama bu seneki kış tüm zamanların en sert kışıymış. ne muhtar hasan, ne de servet amca böyle bir kış görmemişler. dünyanın dengesi bozulmuş. hep ondan oluyormuş. allah sonumuzu hayır etsinmiş.
muhtar hasan 2 mars bir oyunla yendiği bankacının koltuğunun altına tavlayı sıkıştırırken bir türkü gibi üst üste  "bu sene kış her zamankinden çok sert geçecekmiş. çok sert olacakmış bu kış." diyor. bankacı geç olduğunu söyleyip muhtar hasan'dan izin istediğinde dışarıda kar yeniden başlıyor. muhtar, bankacıyı beyazlar içinde kaybolana dek pencereden izliyor. 
kar ince ince yağmaya devam ederken telefonun sesiyle kendime geliyorum. annem arıyor. "ne yapıyorsun" diyor. hiiiç diyorum. bu sene kış çok sert geçecekmiş.. çok sert olacakmış bu kış.. 
.
bryan adams & pavarotti - o sole mio