buselik makamına - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

buselik makamına

ikibinonbeş yılı kayıp yıldı benim için. biraz da bile isteye batağa girdiğim, mantıktan uzak, her türlü yanlışı yaptığım koca kayıp bir yıl. şimdi işte; o yıl aylaklık zamanımın çoğunu geçirdiğim bu cafeden ve yaklaşık iki yıl ileriden geçmişime baktığımda gördüğüm, tam anlamıyla dibi boylamış, güçsüz, aciz bir adam. üzülüyor muyum peki o günler için? pek değil. yaşanması gerekiyormuş. yaşandı ve geçti. hani kitaplarda ve filmlerde sıkça dendiği gibi; olmasaydı o günler bugünkü ben olamazdım.


..
peki bugün.
mülteci rüzgarların geçiş güzergahına bıraktığım ruhumu dinlendiriyorum şimdi. cumartesi. 14:20. yarım günlük işimi bitirdim. eve gitmek istemedim. yolu uzattım. ayaklarım, belki zihnim, eskiden kalma alışkanlıkla bu cafeye getirdi beni. minik bir dejavu. ardından, kalem, kağıt ve çay. bir tek sigara eksikti. en son sanırım beş ay önceydi. etrafa baktım. sigara içen üç kişi vardı. otuzbeşlerinde, afro-amerikan bir adam. ellilerinde, güneş gözlüğünü kumral saçlarına toka yapan beyaz tişörtlü bir kadın. ve aurası ve kibri kaf dağında gözüken çok güzel bir sarışın. şeytan dedi "sarışına bulaş." ama mülayim yanım "otur oturduğun yerde mithad" dedi. hem dedi sen sigara içmezsin ki? haklıydı. buraları okuyan yakın bir arkadaşım da inanmıyor sigara içmediğime. sigara diyorum benim için amaç değil sadece yazmak için araç. gülüyor. çok güzel gülüyor. ama inanmıyor. 79 milyonun önünde ve buradan bir kez daha tekrar ediyorum; sevgili muhtar sigara içmiyorum. valla bak.
.
ne diyorduk? hayat kısa, yol ve yolculuk uzun. hem bak eylül'de geldi hissettirmeden. biliyorsun ki göz açıp kapayıncaya kadar ve yine hissettirmeden geçip gidecek. ömrümüz de işte böyle bir koşturmaca, telaş ve hüzün içinde eylül kısalığında geçiyor farkında mıyız?

eylül'ün geldiğini mesela sabahların serin olmasından anlıyorum. tatilcilerin döndüğünü ise otoparkta artan araç sayısından anlamak mümkün. ve tam olarak iyileşmediğimi ara ara devam eden kuru öksürükten anlıyorum da sevgili, seni anlamak diyorum....
neyse...
eylül demişken ve buseliğe bağlamışken bazen de diyorum ki;

bu kadar komplike olmak zorunda mıyız? eylül kısalığındaki bu sergüzeşt bile olamayan beceriksiz hayatımızda. neyin peşindeyiz?
yalın olmak varken mesela.

yağmur kadar, toprak ve su kadar.

ne bileyim işte hep bahsettiğimiz ve çok sevdiğimiz eylül kadar yahut onu yazan kalem ya da üzerine çizilen kağıt kadar, kelebek kadar, gökyüzü ve kuşlar sonra.
ismin tüm halleri değil de,

yalnız ama yalın hali gibi olmak mesela bahsettiğim.

son tahlilde sevgili; eylül diyorum, ha geçti, ha geçecek fakat hüznümüz baki.
.
m f ö - buselik makamına