anlatsam ağlarsınız - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

anlatsam ağlarsınız

.
yaklaşık iki yok hayır üç ay aradan sonra okumak için kitap alıyorum elime. kafka'nın 'sevgili felice'ye mektuplar' kitabı.
. 


ilk mektubu okurken sıla, o içilesi, billur sesiyle izmirli'yi (köşe yastığı) söylüyor. gözlerim kapanacak gibi oluyor. zihnimde düşünceler, devrik kalmış cümleler çarpışıyor. o anda içeriden annem sesleniyor. "mithaaad, yukarıdan şu tencereyi versene"  diyor. her bayram arefesi helva kavurmak için valideye mutfak dolabının tepesinden tencere indirmek artık adet oluyor. tam bu esnada bir cemal süreya dizesi aklımdan geçiyor. ama sesim çıkmıyor. bayramsal vazifemi yapıp tencereyi indirdikten sonra tekrar okumak içimden gelmiyor. uykum kaçıyor. sırt üstü uzandığım kanepenin karşı duvarındaki bir çerçeve dikkatimi çekiyor. bir çerçeveden üç farklı fotoğraf bana bakıyor. önce aklım, sonra kalbim bu fotoğraftakileri anlamak istiyor. ikisi de başaramıyor. çünkü bir film repliği aklıma dolanıyor. itiraf filminin son sahnelerinin birinde nilgün, harun'a ; "hiç bir şey geçmiyor, geçen sadece zaman" diyor. eylülde zatep hep böyle hüzünlü şeyler aklıma geliyor. sanki dünyanın tüm hüzünlü şarkı sözleri, film replikleri, şiir dizeleri beynimde bir tur atmak için sıraya giriyor. lakin içimdeki bir yer, başka biri bunu çok da sallamıyor. matematiksel bakıyor. dünü hatırlatıyor. kadıköy-beşiktaş vapurunun güneş alan yanında kalanlar ayasofya ve sultanahmeti, gölgeli yanında kalanlar kız kulesini ve boğaziçini resmederken 'hayat herkese adil' aslında diyor. dağılmaya teşne dikkatim dışarıdan gelen overlokçu sesine kayıyor. "hanımların dikkatine! overlok makinesi ayağınıza geldi. halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfileks kenarına overlok çekilir 5 dakikada yapılır, hemen teslim edilir." diyor. neden bilmem hanımlardan çok benim dikkatimi çekiyor. hoparlörden çıkan bu estetikten yoksun, son derece mekanik ses otuz saniyede bir aynı cümleleri tekrar ediyor. şimdi balkon kenarından sarkan halımızın önünde izlediğim kırmızı minibüs evimize kararlı bir şekilde ilerliyor. bir süre sonra şoförün yanından inen ve o mekanik sesle uzaktan yakından alakası olamayacak bir ceylan, uzun boylu, kumral, dalgalı saçlı bir, bir bir şey "beyfendi halınızın kenarına ücretsiz deneme yaptırmak istemez misiniz" diye soruyor?
bana diyor. 
..
ben biçare mithad, daha bu güzellik karşısında kapatamadığım ağzımla 'halı sizin köpeğiniz olsun hanfendi' diyemeden bu bengal kaplanının çevik bir hamle ile halıyı balkon demirliğinden çekip overlok makinasına atması ve rahmetlinin hatırası, yılların ısparta halısının ip yığınına dönüşmesi aynı dakika içinde olmasın mı? elbet bu gözler bu faciayı görür de akıl boş durur mu?
işte tam da o vakit ; 'aman allahım annem şimdi beni öldürecek' düşüncesi ışık hızından daha hızlı bir şekilde tüm hücrelerimi yedi kez tavaf edip aklımın orta yerinden geçip dünyanın uydusundan sekip tekrar kucağıma düşer. ben bir kucağımdaki bu dayanılmaz düşünceye, bir karşımda 'başka halınız var mı kilim de olur' diye soran gözlerle bakan bengal kaplanına odaklanmışken o an hiç duymak istemediğim, sitemkarlık ölçüsü otoriterliğin en tiz makamına ulaşmış hatta kıdemli infaz memuru seviyesine meyletmiş sesi duydum derinlerden. durum o kadar vahimdi ki, ismimim arasından verilen eslerden anlıyordum bunu;

- mithad. .. mithad. .. mithad. .. hadi uyan oğlum. akşam oldu. yemek yiyeceğiz.
.
s ı l a  - köşe yastığı