bazı şeyler - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler

güneşli pazar : fırının kapısından henüz çıkmıştım ki; sıcacık ve mis gibi kokan ekmeğin ucundan kocaman bir ısırık almak için daha fazla bekleyemedim. sanki umurumdaymış gibi sokağın bir soluna bir de sağına baktım gören oldu mu diye. türk sporuna katkıda bulunmak için iddia bayine yöneldim sonra. iki liralık kupon yaptım. gelirse 13.006,15 TL alacağım. kimseye bağışlamaya niyetim yok. yiyeceğim çatır çatır. ama dokuz sene sonra bu mahalleyi sevdiğimi net olarak söyleyebilirim artık. ayrılamayız biz. o eski, bilindik, rating rekorlu dizilerdeki mahalle-esnaf samimiyeti yok belki ama işte bir mahalle sıcaklığı, gizli ferahlık veren bir huzur, bir aidiyet duygusu hissettiriyor kendini yine de. her ne kadar yirmi metrekareye iki market düşse ve biz esnafı bırakıp genelde bunlardan para puanlı alışverişler yapsak da, esnaf bilindik, tanıdık yüzler. sonra hitchok filmlerinin o küçük, kendine has ve bazen gizemli ve bol güvercinli parkımız var. ocaktan henüz çıkmış ekmeğin kokusunun buram buram sokağa yayıldığı fırınımız, eczamız, kuruyemişcimiz, şarküterimiz ve artık evet şans oyunları bayimiz dahası ve hala istanbul beyfendilerimiz ve hanfendilerimiz var. dokuz sene oldu. bir türlü gelmeyen baharın ve güneşin bu kadar cömert olduğu bu pazar günü ilk kez adam gibi sevdim mahallemizi. sonra n'olur bilemem. acs radyoyu ısrarla ve hala çok severek dinliyorum mesela. sayısalcı kız niye bu kadar dalgın ve karamsar diye düşünürken az kalsın bir esmer güzelini eziyordum! çevik bir vücut hareketiyle kurtuldum neyse ki ve iyi ki çarpışmamışız baktım güzel ve esmer olmasına rağmen yeterli elektrik katsayısı yoktu aramızda. hem aşkın meyvelerini verecek çarpışma sonrası toplanıp tarık akan gülümsemesiyle iade edilecek defter yahut kitap da yoktu elinde. yürümezdi yani. ayrı dünyaların insanıydık biz çünkü...

dünkü cumartesi : şehir dışından gelecek okul arkadaşımı bekledim. gelecek beraber çıkacaktık. gelmeme ihtimali vardı her zamanki gibi. okuldayken alışmıştık. kızmazdım. kızamazdım. öyleydi çünkü. mutlaka önemli bir işi çıkardı. hem mazeretleri geçerliydi her zaman. üstüne düşmezdim. öyle kabul etmiştim onu. ama ve mesela hayatı onu kabul ettiğim gibi kabullenemedim bir türlü. bakma burada öyle bilmişlik tasladığıma arada sırada. hiç bir şey bildiğim yok aslında.

herhangi zamanlar : hep böyle olur aslında birisi daha çok sever. ya da senin sevdiğin seni sevmez, seni seveni sen çok sevemezsin bazen. iki taraf severken bile en baştaki hal geçerlidir. sonra mesela dünyanın en güzel olayını zehrederiz gereksiz kuruntularla, kıskançlıklarla, egolarımızla bazen de. ama neticede aşk gibisi yok... valla yok. song from secret garden ne de güzel çalıyor şimdi. dinle bak.

geniş zamanlar : faydasız ve basit kararlar alıyorum bazen. misal geçen hafta aldığım karar her pazar blogun kafa resmini değiştirmek, yazı yazmasam da. görev edindim kendime. her pazar bir header. bu yazıyı yazayım eski fotolarımdan birini daha koyacağım. sonra okunacaklar listem arttı. sıraya koymam gerekti. ayn rand'ın kitabı bir aydır bekliyor. bugün başlarsam yıl sonuna ancak biter sanırım. sonra masumiyet müzesi. sonra kime söz vermiştim. hah ferit edgü. bir kitap daha vardı ama aklıma gelmedi şimdi. ben böyle sıralama turu, kalkınma ve gelişme planları yaparken candan haklı bir gerçeği sa-vuruyor yüzüme şimdi. dünyada ölümden başkası yalan.

pazar akşamüstü : katılıyorum hayat zor.. ama herkese. mühim olan o sıkıntıda devam edecek güzel bir şeyler bulabilmek. benim mesela olmazsa olmazım şarkılar. yerli yabancı hızlı yavaş pop rock jazz farketmez. tınısı güzel olsun yeter ki. galiba açs radyo'yu bu yüzden sevdim. sonra filmlerim. vazgeçilmezlerim. ve sonra kitaplar.
bu üçü yetiyor bana yaşamla mücadelemde. yorulmuyor muyum? yoruluyorum tabi.
ve şimdi nasıl tatil istiyorum bilemezsin...
çok uzun bir tatil. gezmeli görmeli dinlenmeli. misal geçen gün sevgili arkadaşım söyledi bu tatil halini yaşam biçimi haline sokmak. nasıl güzel bir fikir. bu sıralar çok düşünmeye başladım ben de. hep aynı şeyleri yapıyoruz ya. işe gidiyoruz, eve dönüyoruz. aynı insanlar, aynı yerler, hatta aynı yemekler çatal bıçak kaşık aynı. masa aynı. hem baksana yazılarım bile aynı. hayır, çabuk bıkan biri olarak değil.. şartlanmalar, zorunluluklar sıkıyor daha çok. çalışmak zorunda olmak. çalışmak için yaşamak değil de yaşayabilmek için çalışmak zorunda olmak.
misal avare dolaşan, paraya ihtiyaç duymadan. sonra gezdiği yerlerde gördüğüm insanları yazmak, fotoğraflarını çekmek bazen. özgür olmak bir kuş gibi.
son tahlilde herkes sıkıntılı, herkes gitmek istiyor..
ama şartlar denen vahim şey. gerçeğimiz. ya da bizim uydurduğumuz züğürt tesellimiz. minare kılıfımız yahut. ne dersen de işte.
neyse! güneş çok güzel ama bugün.
tadını çıkarmalı.
.