walk-man - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

walk-man

muhtemelen bir kaç haftaya evlenecek olan genç kadın telefondaki müstakbel eşine gezdiği daireyi anlatırken sanki asıl yapmak istediği şey o değildi. o an değilse bile üç beş sene sonra düşünecek bunu. eminim. böyle elektrikler alıyorum artık etrafımdan. ya da on metre ilerde sabahın sekizinde kuaförün koltuğuna tünemiş ve ellisine merdiven dayamış sarışın ablanın kendi oradaydı belki ama gözleri ve aklı bambaşka yerlerdeydi. içselleştirmek miydi bu? sanmam. tarifi ve adı konulmaz bir telepati bu belki. hem bir poşet ekmek ve gazeteyle işe koşmaz herhalde bir insan. eve mi geç kaldı. evden gideceği okula mı? kafasındaki jölesi saçının ıslaklığını bastıramamış ergen nereye koşuyordu peki?
herkes bir yere koşuyor, koşturuyor. lakin ben yürüyorum yine. ve inadına yavaş. hem bu işe gitmelerin en çok evle iş arasındaki gitme eylemini seviyorum ben usta. hele de güzergah hareketli ise anomalisi bol olsa da düşünce denizinde serbest stil kulaç atmak iyi oluyor bazen.

geçenlerde söylemiştim dillere pelesenk olan hayatın garipliğini ama harbi bir garip be usta bu hayat. daha düne kadar avken, seçilenken, elenen ve ezilenken şimdi diyor ki; gel bakalım mithad efendi otur şuraya seç, beğen, ele ve gerekirse ez!
ama hiç adil değil bu. hayat neden şekil yapıyor usta?
etraf kaypak insanlarla dolu.
tavan yapan egolarını patlatırcasına egale etmeye çalışanlar sonra. kuzu görünümdeki kurtlar da havayı daha da puslandırıyorlar ayrıca. şark kurnazı olmaya çalışanlar bir de. gülen insana rastlamak çok zor. hatta insana rastlamak!

her sabah farklı bir sebzenin fiyatını soran teyze anlaşılan bu sabah tersinden kalkmış esnafın hışmından ancak adımlarını sıklaştırarak kurtuluyor. uykusuz ve mutsuz iki çift göz konuşmadan kahvaltı etmeye çalışıyor iki adım ötedeki çay bahçesinde. güneş şimdi o kadar yakmıyor ama bunaltıyor yürürken. gölgeden yürüyorum o yüzden. sonra şey geliyor aklıma. mutluluğa giden yol yoktur, mutluluk yoldur.
kim bilir, belki de?
yürüyorum işte..
.